Bu yazdığım dönemde çok gündemde olan bir konu Diamond Tema ve ona
açılan dava. Söyledikleri ile halkı olumsuz ve karmaşaya sürükleyecekmiş. Bana
göre böyle bir dava açılması zaten abes, insanlar fikirlerini başkasına ve
değerlerine hakaret etmeden belirtebilmeli. Hakaret de baya bildiğin küfür gibi
yani, yoksa şurada şu denmiş burada bu denmiş hakaret kategorisinde olmamalı.
Özgürlük çok değerli, bu konuyu da burada kapatıp asıl mevzuya gelelim.
Tanrının bilinmez ya da bilinir olması gibi bir konuda haklı haksız
tartışmak aslında mantıksız. Herkes kendi tefekkürünü yapar ve mantıklı bulduğu
yönde değerlendirmelerini tamamlar. O kadar kapsamlı bir konu ki aklımdakilerin
hepsini yazsam çok başka noktalara gideceğiz. Yazının sonunda Tanrının
bilinmez olup olmadığı ile ilgili son bir cümle yazacağım.
Adım adım gidelim. Lise çağlarından bu yana din felsefe konularını sıklıkla
arkadaşlarımızla konuşurduk. Ama çok yüzeysel ve o anki değerlendirme
kabiliyetlerimiz ile. Sonrasında birçok okuma araştırmalarım da oldu. Müslüman
bir toplumda yetiştiğim için İslam yönündeki argümanlarım kendi içimde daha
tutarlı dolayısı ile konuya bu noktadan yaklaşacağım. Yazacağım her şey okuma
ve araştırmalarımdan çıkarsadığım şahsi görüşlerimdir. Kimse "sen kimsin
de İslam hakkında yorum yapıyorsun" demesin, zira yorumlarım kendime ve
mutlak doğru olduğunu savunmuyorum. Kimseye de dayatma durumum söz konusu
değil.
Tanrının bilinmezliğine gelince öncelikle Tanrı’nın ne olduğunu
anlamlandırmak gerekiyor. Yani şu bilinemez dediğimiz şey aslında nedir? Dünya
üzerindeki neredeyse tüm dinlerde, yöneten, taht da oturan, insanlara ceza ve
ödül veren, bütün kaderini belirleyen, yukarılarda bir yerde oturan kudretli
bir malik gibi anlatılıyor. Bazılarında doğanın Tanrı olduğu ya da evrenin
tanrı olduğu gibi görüşlerde var ama ilk anlattığıma göre çok nadir. Diamond
Tema da doğal olarak tanrı dendiğinde bu ve benzerlerini baz alıyor.
Okuduğum ve anlamlandırdığım İslam dininde kudretli malik olan Tanrı
reddediliyor. Yani aslında yaratıcı ve malik, melik olarak inanılan bağımsız
bir Tanrı sınıfında varlık yok. Bu varlığa itiraz var. Olaya böyle bakıldığında
bazı ayetlerde çelişki varmış gibi bir durum olabiliyor fakat özünde yok. Özü
dediğimiz şey de biraz yoruma açık aslında ama başta dediğim gibi bu konuda
haklı ya da haksız olmak manasız. Bu mantığı biraz açmaya çalışacağım.
İslam üzerinden ilerleyeceğim. Başka dinlerinde görünen yüzünün arkasında
felsefi, tasavvufi başka derinlikler olabilir. Neticede ilgili dinin içine
doğmuş ve inanan insanlar sorgulayıcı kişiliğe sahipler ise; anlatılan
dinlerine çok derin manalar katabilirler. Onlara hâkim olamayacağım için ben
kendi içinde bulunduğum dinin metaforik anlatımlarına odaklanacağım. Bir çok
youtuber dinleri yüzeysel anlamları ile değerlendirip eleştiriyor. Halbuki
neredeyse hiçbir din o yüzeysel anlatımlardan ibaret değil. Metaforik dedim
diye kestirip atmayın, öyle çok her şeye metafor ile yaklaşmayacağım. Sadece 3
ayete değineceğim.
Fatiha, İhlas ve Nas. Sonra bu bakış açısı ile Kuran'daki konulara kısaca
değineceğim. Fatiha zaten Kuran'ın özü olarak kabul edilir ve gerçekten de
hissettirdiği öyledir. Aşağıda diyanetin çevirisi var altlarına yazacağım.
Bismillahirrahmanirrahim -- Besmeleyi açmaya bu yazı yeterli gelmez. Araştırmanız için sadece burada bir B sırrı var onu söyleyebilirim. Rahman ve Rahim’e biraz aşağıda değineceğim.
Elhamdulillâhi rabbil'alemin
“Hamd, Alemlerin rabbı olan Allahındır.” Hamd kelimesini de değerlendirme kabiliyeti gibi düşünmek gerekebilir. Yani aslında Allah ancak kendi kendini değerlendirebilir itirafı. Allah'ı Allah'tan başkası değerlendiremez. Birini değerlendirebilmek için onun kabiliyetlerine sahip olmak gerekir, o kabiliyetler ya da benzeri olmadan karşı tarafı değerlendirmenin bir manası yoktur. Özetle Allah'ı değerlendirebilecek başka bir varlık yoktur, o ancak kendi kendisini değerlendirebilir.
Errahmânir'rahim
“Rahman ve rahimdir.” Yani bütün her şeyin potansiyeli ve açığa çıkaranıdır. Rahman olması ile bilip bilmediğimiz ne varsa hepsinin potansiyelidir, Rahim olması ile de bu potansiyeli istediği kadar açığa çıkarandır.
Mâliki yevmiddin
“Din gününün malikidir.” Din günü dediğimiz şimdi, geçmiş, gelecek ne kadar gün hayal edebiliyorsan hepsinin sahibidir. Sadece gün diye düşünmeyin, an diye düşünün. An ’da bilinen bilinmeyen ne var ise.
İyyâke na'budu Ve iyyâke neste'în
“Ancak sana kulluk eder ve devamı için yardımını dileriz.” Kulluk etmek aslında yaratılış gayeni yerine getirmek gibi değerlendirilmeli. Var olmak aslında kulluk etmek, varlığımızın devam etmesi ise onun varlığı ve Rahim olması ile var. Bunun devamını dileriz, var olmak isteriz, bunu diliyoruz. Kendinden kendine varlık temennisi, varlık temennisi olmadan varlık olamaz.
İhdinessirâtal mustakîm
“Bizi doğru yola ilet.” Buradaki doğru yol kompleks bir konu. Üstte anlattıklarım daha soyut ve zat ile ilgili ancak burada somut bir doğru yol ifadesi var. Herkes kulluğunu ifa ediyor ise doğru yol da ne ola ki? Kime göre doğru yol? Bunun tanımı bir sonraki ayette geliyor.
Sirâtallezine en'amte aleyhim
“Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna.” Demek ki doğru yol Allah'ın nimet verdikleri imiş. Burada da nimet nedir sorusu ortaya çıkıyor. Nimetin ne olduğu aslında bir sonraki ayet kıyası ile anlaşılabiliyor. Buradaki nimet aslında Allah’ı bilebilme kabiliyeti. Yani Allah’ın Rahman, Rahim olması ve hamdın ne olduğunu idrak edebilen, besmelenin manasını anlayıp anlamaya çalışanların yolu. Tamamen bilişsel bir farkındalık çabası. Farkındalık çabasında olanlar nimet verilenler oluyor.
Ğayrilmağdûbi aleyhim ve leddâllîn
“Gazaba uğramış ve sapmışların yoluna değil.” Bu durumda gazaba uğramış olanlar da Allah'ı tanımaktan gaflet içinde olan ve Allah tanımazlar oluyor, ayrıca tanımak için çaba da sarf etmiyor. İşte bunlar Allah nispetinde gazap içerisindeler.
Fatiha suresi ile bence ihlas ve nas suresine de bakmak gerekiyor. İhlas
suresi ile Fatiha birleştiğinde ortaya gayet net bilinen bir Allah ortaya
çıkıyor. Allah diye değinilen varlık aslında bir Tanrı değil. İhlas ve Nas
suresi ile bunu da anlamlı bir zemine oturtacağız. İhlas suresinde Allah
kendini bildiriyor, aslında bilinmezlik ortadan kalkmış oluyor.
Bismillahirrahmanirrahim
“Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla”, detay burada dediğim gibi bu yazıyı biraz aşıyor. B sırrı çok geniş kapsamlı bir konudur.
Kul hüvellahu ehad
“De ki: O Allah tektir.” Buradaki teklik, tevhit inancı aslında. Allahtan başka hiçbir şey yok, vahdet konusuna bir gönderme.
Allahus samed
“Allah sameddir.” Samed olması bölünmez parçalanamaz som, diğer ayetlerde bunu biraz daha açıyor.
Lem yelid ve lem yûled
“O doğurmamış ve doğurulmamıştır.” Ondan ayrıca oluşan ne bir varlık vardır, nede o başka bir varlıktan var olmuştur.
Ve lem yekun lehu küfüven ehad
“Hiçbir şey O'na denk ve benzer değildir”. Görüp görebileceğiniz hayal edebileceğiniz hiç bir şey ona benzemez. Yani aslında hayalinde uydurduğun tanrı figürlerinin hiç birisi o değil, ona benzeyemez. Bu tek tanrı olsa ve sen ona Allah adını taksan da; aslında o kafanda uydurduğunun Allah'a benzemesi mümkün değildir hayal edemezsin.
Buradan Nas suresine geçeceğim. Nas bu açıklamalara bir çelişki gibi
görünebilir. Fakat aslında değildir. Orada biraz daha mana pekişecektir.
Bismillahirrahmanirrahim
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla
Kul e'ûzü birabbinnâs
“De ki: İnsanların Rabbine sığınırım.” Biraz önce dedik ki Allah ilah değildir. Allah aslında rab da değildir. Ancak burada insanların rabbine sığınırım de diyor. Rab, güç ve kuvvet manasında fakat asıl vurgulanmak istenen şu: Hani senin kafanda bir Rab hayali var ya, bu nasıl bir hayal olursa olsun, Rab anlamından ne çıkartıyorsan o mana da Allah’tan gayrı değildir. Özetle Rab hayalin Allahtan gayrı değildir ama direk Rab Allah demek değildir.
Melikinnâs
“İnsanların Malik'i,” Yukarıdaki açıklamam bunun için de geçerlidir. Senin kafanda yaratıcı bir yönetici hayali var ya öyle ayrı bir varlık yok, ama o senin hayalindeki Malik de Allah’tan gayrı değildir. Malik hayalin de Allah'ın varlığı ile vardır. Özetle Malik/yönetici hayalin Allah’tan gayrı değildir ama direk Malik Allah demek değildir.
İlâhinnâs
“İnsanların İlah'ı.” Yukarıdaki açıklamam bunun için de geçerlidir. Senin kafanda bir ilah kavramı var ya; öyle ayrı bir varlık yok, ama o senin hayalindeki İlah da Allah’tan gayrı değildir. İlah hayalin de Allah'ın varlığı ile vardır. Özetle İlah hayalin Allah’tan gayrı değildir ama direk İlah, Allah demek değildir.
Min şerril vesvâsil hennâs
“Vesvese veren sinsi vesvesecilerin şerrinden (Allah'a sığınırım).” Vesvese aslında kafamızdan uydurduğumuz ve olacağını düşündüğümüz hayallerimiz, bu hayaller dışarıdan da dayatılabilir, kendi kendimize de uydurabiliriz. Yine kendinden uydurduğun şeylerden sakın demek istiyor. Kendi kendine ya da dışarıdan bir etki ile de olsa. Uydurma, uydurduğuna inanma, uydurduğunun farkına var.
Ellezî yüvesvisu fî sudûrinnâs
“İnsanların göğüslerine (kalplerine) vesvese veren.” Dışarıdan vesvese verenler’ in altı çiziliyor. Hani bu günlerde çok gündem olan uzaylılar, yıldız tohumları, eskilerin Enil, Enki'si, Sirius (buna ayrı ayet var), Orion takım yıldızı (daha birçok takım yıldızları) sakinleri ve oradan gelen mesajlar. Bunların topu bu vesveseler silsilesine girer. Allah bunlardan uzak durmamız gerektiğinin altını çizer. Vesveselerin çoğu bunlar gibi şeylerdir.
Mine'l cinnetti vennâs
“İns ve cinlerin şerrinden.” Yukarıdaki vesvese verenlerin çoğu bu Cin diye isimlendirilen taife. O yüzden direk isim verilerek açılıyor. Tabii insan da var, vesile ya da direk vesvese verebilir. Yani aslında tek ve gayrı olmayan Allah var ve başka hiçbir şey yok ama bu cinni varlıklar sizi çokluğa doğru yönlendirir manasını unutmayın. Tabii bu metafizik, metafizik konusuna açık olmayan insanlar için bir şey ifade etmeyecektir. Cin arap kültüründe olduğu için son din olarak İslam’da ortaya çıkıyor. Ondan önceki semavi dinlerin hepsinde sadece melek kavramı var. Cin hem kültürel hem de melek ve cin ayrımını kafada oturtmak için çok değerli. Uzaktan bakınca “ya kültüründe varmış uydurulmuş” diyenler olabilir fakat büyük bir tasarımda son halkada açılması gereken bir konu olma ihtimali ne olacak? Melek, cin, ruh gibi kavramlar biraz karmaşık. Felsefe de tin vardır ya; o tin tek ise açığa çıkanların özünün aynı olması durumu da düşünülmesi gereken bir şey. Detaylandırma arzuna göre sonra çeşitliliği çok artırabilirsin. Nasıl ki köpek diye bir tür var fakat detayına girdiğinizde birçok cinsi ortaya çıkıyor. Öylesine bir metafor ile düşünce egzersizi yapılabilir. Benzer türler ilk bakışta aynı isimle adlandırılabilir fakat detay anlaşıldıkça farklı tür isimleri verilebilir.
Fatiha da ve İhlas suresinde de Allah kendini en temel özellikleri ile
tanımlıyor. Buradan çıkan mana çeşitli İslam alimlerine göre farklı olabiliyor.
Hatta kişisel bazlı bile değişebilir ancak benim araştırmalarım çoğu tasavvuf araştırmacılarının
aynı noktaya çıktığını gösteriyor. Vahdet'i Vucut meselesi. Böyle olunca
Spinoza'nın Panteizim'i ile de benzerlik gösteriyor gibi fakat zaten Spinoza da
islam alimi Farabi'den çok fazla etkilendiğini belirtmiştir. Spinoza'nın
İspanya Yahudi göçmeni olduğunu ve oradaki İbn Arabi etkisini de düşündüğünüzde,
felsefesinin temeli daha net anlamlandırılabilir. Yani demem o ki panteizm
aslında Vahdet-i Vucut öğretisinden çok fazla esinlenmiştir. Orada Allah
işareti açıkça verildiğinde İslam'a yönlendirme olacağı için bundan kaçınılmış
olabilir. Ayrıca Kuran'ı yüzünden okuduğunuzda bu söylediklerim ile çelişkili
görünen ve açıklanması zor olacak birçok konu var gibi algılanabiliyor, bu da
çok normal. Panteizim, Vahdet-, Vucüt ve islam’ın ancak belki %5’ine; oda
özünü yanlış değerlendirerek değinir. İslam çok daha kompleks ve kapsamlı bir
biçimde varlığı anlatır.
Bugün bir felsefeci çıkıp panteizm üzerine yeni bir "izm" çıkarsa
ve burada örnek veriyorum İbn Arabi'nin Fususül Hıkem eserinden çok fazla
etkilense ona referans vermeyebilir. Çünkü o zaman felsefesi İslam çerçevesinde
kalır ve kendi toplumu tarafından kabul edilmeyebilir. Yanlış anlaşılmasın, ben
Spinoza Müslüman olmuştur demiyorum, bunu bilemem, kimse bilemez. Demek
istediğim her zaman etkilendiğiniz her kişiyi referans veremeyebilirsiniz. Bunu
anlatmaya çalışıyorum.
Diyelim ki bu anlattıklarım size mantıklı geldi ya da daha manalı buldunuz.
Ancak o zaman Kuran'da geçen gündelik konular, miras, peygamberin kişisel
hayat, politik ya da insanların hayatını düzenleyen konular çok sığ kalmıyor
mu? O konuların hepsine tasavvuf çerçevesinde ya da metaforik birçok açıklama
yapılabilir fakat birçokları için yine manasız kalacaktır. Neticede her şey
metafor ise Kuran'da dümdüz açıkça yazan konuların ne manası var? Herkes
kafasına göre mi anlayacak? Manalı sorular. Ama kendi bakış açımı
belirteyim.
Öncelikle çok çeşitli algı seviyelerinde, milyonlarca farklı bakış açısında
insan var. Fakat bunların ekseriyetinin ortak noktada buluştuğu, korku, ceza,
ödül daha hayvani temel içgüdü konular da var. Siz bütün dünyaya hitap edecek
bir kitap yazmak isteseniz, olabildiğince çok insanın okumasını isteseniz çok özel,
derin düşünce gerektiren, belirli bir IQ seviyesi üzerinde anlam kazanacak bir
içerik mi üretirsiniz? Yoksa temel içgüdüleri hedefleyen, çoğunluğun okuyunca
direk bir anlam çıkartacağı bir içerik mi üretirsiniz? İkinci söylediğim çok
daha mantıklı görünüyor.
Bu yazdığınız herkese hitap edecek olan kitapta, değerlendirme kabiliyeti
nispeten daha iyi, hayal gücü kuvvetli ve üzerine tartışma yeteneği olan
insanlara da mesaj vermek isteyebilirsiniz. Ben Kuran'ı öyle değerlendiriyorum.
Üzerine düşündüğümde bana çok güzel açılımlar ile fayda sağlıyor, bana
sağladığı faydayı binlerce başka insana da sağladığını gördüğümde, bunun bir halüsinasyon
ve uydurma olmadığını da değerlendiriyorum. Bu insanlar çok farklı kültürden
olsa da benim anladığım ile çok benzer şeyleri anlayabiliyorlar.
Peki o diğer "avam “a hitap eden konular boş mudur, tabii ki değildir, onların
da metaforik bir çok anlamı olduğunu düşünüyorum. Ancak benim için çok da
önemli değil, yani içerik önemli de "iman" için önemli değil. Çünkü
içimdeki temel Kuran mesajı ve açılımı çok derin.
Fakat şöyle farklı da bir bakış açısı getirmek isterim. İnsanların sonsuz
sayıda ve istediği kadar kadınla evlenmesinin mahsuru olmadığı bir dönemde. Bunu
maksimum 4 ile sınırladığınızda ve 4 ile sınırlarken açık bir şekilde “bir tane
en iyisidir” dediğinizde ne yapmış olursunuz? O dönemde o topluma verilmiş en
modern ve en yenilikçi kanunu getirmiş olursunuz. Yani bulunduğun toplumdaki en
modern en yenilikçi sen olmazlısın mesajı. Bulunduğum çağda da insanların
içerisinde en modern ve yenilikçi ben olmaya çalışırım.
Gelelim Diamond Temanın Tanrı bilinemez görüşüne. Tanrı, insanın var olduğu,
bireyin kabul edildiği bir bakış açısı ile tabii ki bilinemez. Zaten bu durumda
olanlar kuranda gazaba uğramış olarak değerlendiriliyor. Benliğin kalktığı
noktada ise; bütün her şey yok oluyor. Bir tek Allah kalıyor. Bilinebilecek
ikinci bir şey yok. Bir tek Allah var. Allah kendi kendini bilemez mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder